yazarlar makaleler
Öcalan'ı Dışarı Çıkarmak mı? O'nun Yanına Gitmek Mi?
3/31/2024

Mesud Tek

aa@aa

Ortadoğu'da Hamas'ın saldırılarıyla başlayan ve uluslararası kamuoyunu karpuz gibi ortadan ikiye bölen İsrail-Hamas çatışmaları, İsrail'in Gazze'yi işgal operasyonları bölgedeki siyasi dengeleri sarsarak sürüyor.

Bu çatışmalarla paralel, İran İslam Cumhuriyeti destekli milis guruplarının, Irak ve Suriye'de bulunan ABD ve Müttefik Güçlere ailt askeri üslere yönelik saldırılar ve ABD'nin sözkonusu saldırılara verdiği askeri cevap, bölgedeki durumu daha da karmaşık hale getiriyor.

Güney Kürdistan'a, ulusal yapıyı ortadan kaldırmak amacıyla yapılan saldırılar sürüyor.

İrak'ta siyasi etkisini artıran ve bu ülkenin perde arkasındaki gerçek yöneticisi olan İran, kontrolü altında aldığı Irak Anayasa Mahkemesi'ne Kürdistan Bölgesi aleyhine kararlar aldırıyor; merkezi hükümetteki işbirlikçileri ve besleyip büyüttüğü Haşdi Şabi gibi milis gruplarının yardımıyla, Güney Kürdistan'daki ulusal kazanımları ortadan kaldırmaya yönelik planını hayata geçirmeye devam ediyor.

Merkezi hükümet ile Kürdistan Bölge Hükümeti arasındaki çözümsüz bırakılan bütçe, maaş, Peşmerge ve benzeri sorunların devam etmesi bir yana. Son dönemde güvenlik güçleri, Kerkük ve Heneqin gibi kentlerde yaşayan kürdlere evlerini terketmeleri için baskı yapıyor. Bir anlamda BAAS'ın uyguladığı Araplaştırma politikası sürdürülmeye çalışılıyor. Bağdat'ın İslami ve Şii güçlerin Kürdistan'daki Müttefik Güçlere ait üslere yönelik saldırıları önlemek için gerekeni yapmaması da durumu daha karmaşık hale getiriyor.

Ciddi ekonomik sorunlarla yüz yüze olan, başta Doğu Kürdistan olmak üzere tüm İran'da “Jin, Jiyan, Azadi” sloganı altında yükselen eylemlerle başa çıkamayan Mollalar rejmi çareyi baskıları artırmada ve idamlara hız vermede görüyor.

Kürd halkının “Rasan” adı altında başlattığı yeni direnişin giderek yaygınlaştığı, Belücistan halkı özgürlük taleplerini daha yüksek bir sesle dile getirdiği bir dönemde,

İran İslam Cumhuriyeti,“sudurê inqilab” (devrim ihracı) stretejisi nedeniyle Ortadoğu'da elde ettiği konumunu giderek kaybediyor. Başta ABD ve İsrail olmak üzere Batılı devletlerle sorunları gün geçtikçe ağırlaşan İran kendi içine kapanıyor.

Türk devleti, bir yandan Kerkük üzerinde hak iddia ediyor. Bir yandan da PKK üsleri bahanesiyle Güney Kürdistan'a saldırıyor, Güney'i işgal planını adım adım hayata geçiriyor.

Türk savaş uçakları ve topçu bataryaları, hemen hergün Güney Batı Kürdistan'daki alt yapıyı ve ekonomik tesisleri hedef alan, sivil kayıplara yolaçan saldırılar düzenliyorlar.

İşgal ettiği yerleşim birimlerine sömürgeci kaymakamlar ve kurum yöneticileri atayan TC devleti, başta Afrin olmak üzere bölgede demoğrafik yapıyı değiştiriyor, bu amaçla aralarında Gazze'yi terkeden Filistinlilerin de olduğu binlerce Arabı, sürgün ettiği Kürdlerin topraklarına yerleştiriyor.

Türkiye'de, Kürd sorununu red, inkar ve baskı temelinde çözme politikasında israr ve yolaçtığı şiddet sarmalının neden olduğu ekonomik kiriz giderek derinleşiyor. Yoksullar ve emekçiler başta olmak üzere halkın büyük bir bölümü açlık tehlikesiyle yüzyüze.

Kuzey Kürdistan'ın militarize edilmesi son hızıyla sürüyor. Kürd halkının her türlü hak talebi polis jopuyla karşılanıyor. Kuzey Kürdistan'da, Erdoğan'ın valileri, grevleri ve demokratik eylemleri yasaklıyorlar, bazı yerleri “yasak bölge” ilan ediyorlar.

Kürdler ve demokratların mağduru olduğu davalarda cezasızlığın hukuk normu haline geldiği Türkiye'de, verili Anayasa hükümlerine uyulmuyor. Hak ve hukukun ayaklar altına alınması had safhada. Yargı tek adam rejiminin elinde bir sopaya dönüşmüş bulunuyor.

Ortadoğu ve ülkemizin bir parçasını işgal eden devletlerde sözkonusu gelişmeler yaşanırken, Kürd toplumunda, ABD'nin Afganistan'da olduğu gibi Irak'ı terkedeceğine dair kaygının ve buna bağlı olarak ulusal kazanımlar üzerindeki tehlikenin arttığı, özcesi Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi büyük riskler ve fırsatlarla yüz yüze kaldığı bir süreçte, “biz Kürdler ne yapmalıyız?” sorusu önem kazanıyor.

Bu önemli soru ortada iken, Mam Celal'ın değimiyle “Kürdistan'ın Mısırı'ı” olan Kuzey Kürdistan'daki siyaset bugün ne ile meşgul?”


Ne ağaçlardan ormanı görmezden gelmek ne de ağaçları yok saymak

Kuzey Kürdistan'da siyaset, şu anda genel olarak yukarıdaki soruya cevap arama ve gerekeni yapmadan, ne yazık ki uzak.

Kuzey'de siyaset, bu aralar, Kürdler açısından önem arz eden 29 Mart Yerel seçimlere yönelik tavır belirleme ve Selahaddin Demirtaş'ın Kobani Davası'nda verdiği savunmayı tahlil etmekle meşgul...

Kuzey'de siyaseti domine eden PKK ve periferisindeki hareket ise, daha önemli ve can alıcı sorun olarak gördüğü “Öcalan'a uygulanan tecrit” ile...

Hemen belirtmeliyim ki siyasi tutuklu olan Öcalan'ın tüm tutuklular gibi uluslarası prensipler tarafından güvence alınan haklarından mahrum bırakılması, tecrit edilip avukatları ve ailesiyle görüştürülmemesi bir hak ihlalidir, anti demokratiktir, hukuksuzluktur.

Bu nedenle karşı çıkılmalı, mahkum edilmeli, Öcalan'ın da haklarını koşulsuz olarak kullanma hakkı olduğu dile getirilmelidir.

PKK ve periferisindeki siyasi hareketler, kurum ve kuruluşlar, uzun bir süredir, liderleri olarak gördüğü, “irademizdir” dediği Abdullah Öcalan'a yönelik uygulanan tecride dikkat çekmek amacıyla için ülke içinde ve dışında eylemler yapıyor, kampanyalar düzenliyorlar.

Abdullah Öcalana yönelik tecritin kaldırılması sözkonusu yapıların temel hedefi haline gelmiş olması bir yana. Tecrit, Bölge'de, Türkiye, Kürdistan ve hatta dünyada yaşanan bazı olumsuz gelişmelerin nedeni olarak gösteriliyor!

Bölgede yaşanan etnik, dini ve toplumsal çatışmalar, Öcalan ve doktrininin yeterince anlaşılmamasına bağlanıyor, tecritin sonladırılmasının çatışmaları sona erdireceği ileri sürülüyor!

PKK ve periferisindeki hareketin Öcalan'ı politikasının merkezine yerleştirmesi yeni değil, uygulanan tecrit ile de başlamadı.

Öncesi var.

Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanıp Türkiye teslim edilmesinden sonra, Kürd kamuoyu bundan sonra ne olacak, PKK nasıl bir tavır alacak diye soruyordu. PKK dışındaki kürd yurtsever hareketleri de aynı soruya cevap arıyor, olası gelişmelere ilişkin programlar oluşturuyorlardı.

Kürd aydınlarının da de içinde yer aldığı bu süreçte PKK'ye yakın duran bir Kürd aydınının görüş ve önerisi dikkat çekiciydi: “PKK, lideri Öcalan'ın özgür olması için elinden geleni yapmalı, mücadele etmeli, ama PKK Öcalan'ın yanına gitmemeli.”

Öcalan'ın Türkiye'ye getirildikten sonra kamuoyuna da yansıyan ilk açıklamaları PKK cenahında şaşkınlığa ve tartışmalara neden oldu.

Öcalan ile ilk görüşen avukatlardan biri Öcalan'ın durumunun kendisinde bazı kaygılar uyandırdığı belirterek “Öcalan'a ilaç verilmiş olabilir” dedi.

“Verilen ilaç Öcalan'ın bilincini köreltiyor” spekülasyonu kısa sürede Kamuoyunda yer buldu, liderinin yakalanmasıyla morali bozulan PKK içinde etkili olmaya başladı. Bu hengame içinde toplanan PKK Başkanlık Konseyi “Öcalan'ın bilinci ve sağlığının yerinde olduğuna kesin kanaat getirilmedikçe İmralı'dan yapılacak açıklamalardan kuşku duyulacağı” açıklamasını yaptı. Bir başka ifade ile PKK “İmralı'dan gelecek her talimata uymayacağız” diyordu.

PKK'nin bu tavrı uzun sürmedi. Avukatları vasıtasıyla PKK'nin bu tavrından haberdar olan Öcalan ile PKK yönetimi araşında mektuplaşmalar başladı. Bu süreçte Öcalan ile PKK başkanlık Konseyi arasındaki mektuplaşmalar, Cengiz Kapmaz'ın kaleme aldığı “Öcalan'ın İmralı Günleri” adlı kitapta alıyor.

“Öcalan, 31 mayıs-29 Haziran 199 tarihleri arasında PKK Başkanlık Konseyi'ne 4 mektup gönderdi. Bu süre içerisinde sorgu komisyonu ile de temas halinde oldu. Komisyon üyeleri, sorgu sonrası belli aralıklarla Öcalan'la görüşüyor, Öcalan'ın kaleme aldığı mektupların dışarıya çıkarılmasına olanak tanıyorlardı. (19 Mart 1999). Devlet, Öcalan-PKK iletişiminde engel değil, tersine kolaylaştırıcı pozisyondaydı.” ( Öcalan'ın İmralı Günleri, s.38)

Öcalan'ın PKK Başkanlık konseyi'ne gönderdiği 18 Mart 1999 tarihli ilk mektubunda, kendisine baskı yapıldığı, ilaç verildiği ve dayak atıldığı iddialarına da cevap veriyor: “Benim içinde bulunduğum koşullar irademi ve bilincimi kıracak veya çarpıtacak durumda değildir. Şimdiye kadar tek bir dayak yemedim, küfür bile işitmedim. Zorla ifade vermedim. Şimdiki odam tek kişilik orta sınıf bir otel odası gibidir.” (Altını ben çizdim.) Öcalan'ın İmralı Günleri, s. 38

Sözkonusu mektuplardan ikincisini değerlendiren PKK Başkanlık Konseyi 6 Mayıs 1999 tarihinde yaptığı açıklamada “örgütün Öcalan'a bağlı olduğunu, Öcalan'ın geliştireceği yeni dönem stratejisine sadık kalacağını deklare etti.” (Altını ben çizdim) Öcalan'ın İmralı Günleri, s. 43

PKK'nin sadık kalacağı ve Öcalan'ın geliştirdiği yeni dönem stretejisinin ne olduğu biliniyor. Bu konuda çok yazıldı çizildi.

Ama bilinen bir başka şey daha var. PKK Başkanlık Konseyi bu açıklama ile örgütü Öcalan'ın yanına, İmralı'ya götürdü.

Ve o günden bugüne PKK politikası, tüm açıklamaları, eylem ve “Öcalan İrademdir”, Kürd halkının kurtuluşu Öcalan'ın özgürlüğüne bağlıdır(!)” söylemleri bu çerçevede oldu.

İnsanların iradelerini hapiste olan bir kişiye ipotek etmelerinin, 200 yılı aşkın bir süredir özgürlüğü için mücadele eden bir halkın kurtuluşunu bir kişiye bağlamanın, PKK periferisindeki siyasi yapıların, kurum ve kuruluşların “O özgür olursa Kürd halkı da özgürleşir” demelerinin, yanlışlığı, absürlüğü bir yana.

Bu ve Öcalan'ın, “Kürd ulus devletinin kurulması yıkımdır”, vb. söylemleri üzerine kurulu “yeni dönem stratejisi”nin de Kürdlere faydası olmadı, aksine zarar verdi.

Öcalan'ın serbest kalması için mücadele etmek, bu amaçla eylemler yapmak, kampanyalar düzenlemek meşrudur. Yanlış olan O'nun özgürlüğünü Kürd halkının özgürlüğünün önüne koymaktır.

Oysa herkes gibi aynı kesimler de çok iyi biliyorlar ki Tek başına Öcalan'ın kurtuluşu Kürd halkının kurtuluşu demek değildir.

Ama halkımız kurtulunca Öcalan'ın da kurtulacağı kesindir.

11 Ocak 2024

Deng Dergisi, sayı: 131

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar