yazarlar makaleler
Diyarbakır Surları'na dair
10/19/2024

Şeyhmus Diken

Bunca ilgi odağı olan ve üzerine kitaplar yazılıp, sempozyumlar düzenlenmiş, şarkılar, türküler bestelenerek destanlaşan “Diyarbakır Surları” olduğu gibi kalmış mı/kalır mı?

Şehirleri, şehir yapan insanlarının yanında mekânlarıdır da! Hele hele kadim zamanlardan kalıp kendini var ederek süregelen, ayakta kalan mekânlar.

E, memleket Diyarbakır olunca! İster istemez gündem tutan ve tabii ki güncel olan da artık şehrin adıyla birlikte anılan surlarıdır elbette.

Bugün eski şehrin çeperlerinde giderek büyüyüp genişleyen yerleşkeler ve bu yerleşkelerin adıyla anılan ilçe belediyeleri var. Yenişehir, Bağlar, Kayapınar gibi. Bunlardan biri de aslında şehrin adıyla müsemma asli yeri orası olsa da, şimdilerde adı Sur ya da Suriçi olan yerleşkenin belediyesi. Etrafı çepeçevre kalkan balığı görünümündeki sur bedenleriyle kuşatılı olan Sur/Suriçi Beldesi.

Aslında şehir deyince anlaşılması gereken tam da orası. 2015 Temmuz ayından bu yana dokuz yıldır UNESCO’nun tarihi ve kültürel kalıcı miras listesine dahil olan Sur yapılar manzumesi. Yanındaki Hewsel Bahçeleri ile birlikte elbette.

İşte o eski şehri çepeçevre kuşatan surların şimdiki görüntüsünün ikibin yıl evvelinden Roma-Bizans dönemine ait olduğu kayıt altına alınmış olsa da, eski surların bir bölümünün milattan önce 7000'li yıllarda da var olduğu yakın zamanda ortaya çıkan Amida Höyük kazılarından artık biliniyor.

Korunaklı yapılar

Şehrin tarihi, kültürel miras vitrininde bu denli özgün bir yere sahip olması nedeniyle Diyarbakır Surları her dönemde ilgi odağı olmuş. Şehrin sahipleri sur duvarları ve burçlarının dış cephelerinde dehşetli simgesel bezemelerle surları süslemişler. Öyle ki şehre uzaktan gelen konuklara ‘Bakın biz böyle bir şehirde yaşıyoruz’ der gibi. İçeride de çok korunaklı yapısal manzumeler inşa etmişler.

Dışarıdan gelip şehri ele geçirmeye çalışanlar da tabii ki sur duvarlarında gedikler açıp uzun süreli kuşatmalarla şehri ele geçirmenin hesaplarını hep yapmışlar.

30'un üzerinde kavmin zaman içinde hükümran yapısına mazhar olan surlu şehrin Surları her dönemde ciddi rehabilitasyonlar ve restorasyonlar da geçirmiş. Kimi bölümleri yıkılmış, hayli tahrip olmuş ve yeniden yapılmış. Adeta bir gergef gibi işlenerek bugünlere ve dahi geleceğe miras kalmış.

Tam bin yıl evvel (1046-47) şehre gelen İranlı gezgin Nasır-ı Hüsrev Sefername’sinde demiş ki; “Ben dünyanın dört bucağında Arap, Acem, Hint ve Türk memleketlerinde birçok şehirler ve kaleler gördüm. Fakat yeryüzünde hiçbir ülkede Amid şehrinin kalesine benzer bir kale, ne gördüm ne de bir başka yerde bunun gibi bir kale gördüm diyeni duydum.”

Ve Nasır-ı Hüsrev’den tam 900  yıl sonra şehre gelen Fransız arkeolog Albert Louis Gabriel, ki “Şarki Türkiye’de Arkeolojik Geziler” kitabının yazarıdır kendisi, der ki “Diyarbekir’in müstahkem surları, burçları tarih ve arkeologya açısından olağanüstü öneme sahiptir. Surların sadece yapımında gösterilen teknik incelik ve sanatkârlık değil, surların cephesindeki kitabelerinde, figürlerindeki olağanüstü zenginlik itibariyle de tarihin canlı birer sayfalarıdır.”

Surlar olduğu gibi kalır mı?

Peki bunca ilgi odağı olan ve üzerine kitaplar yazılıp, sempozyumlar düzenlenmiş, şarkılar, türküler bestelenerek destanlaşan “Diyarbakır Surları” olduğu gibi kalmış mı/kalır mı?

Kalmaz / kalmıyor da! Adına “modern zamanlar” denilen bu tuhaf Antroposen çağda böylesine kıymetli mekânların da amiyane tabirle “müşterisi” çok oluyor. Her bir mekânı kafe, restoran, eğlence yeri yapmaya dünden hazırlar zaten para-pul sahipleri.

Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın döneminde Surlar ciddi onarım geçirmişti. Sonra kentin önceki valisi Münir Karaloğlu döneminde de kapsamlı bir restorasyon süreci yürütüldü. Surların kimi bölümlerinde ağır aksak olsa da hâla çalışmalar sürüyor.

Peki bunca para ve emek veriliyor da, sahi kimin için! Kimileri tarihe ve kültüre, geçmişten kalan değerlere saygı diyecektir elbette. Doğrusu da budur tabii ki.

Ama bir başka açıdan da bu yazının giriş bölümünde mekânların geçmiş hikayelerine saygı duymadan, mekânları ticari alana dönüştürme cevvallığında kimilerinin mahir olunduğundan da söz ettim.

İşte mevzu sanki budur. Şehirde işin yaygın fısıltısı başlamış durumda. Adları Yedikardeş ve Evlibeden (Ulubeden) olan Ben û Sen Burçlarına asansör konulacağı ve restorant yapılacağı! Dağkapı’daki görkemli eski Roma, sonra Merwanî Burcu olan Sur yapısının da restoran-kafe olacağı, hemen yanındaki yıkık sur yapısı olan eski Dağkapı dolmuş durağı olan boş alanda yer altına altı adet tuvalet yapılacağı şimdiden konuşuluyor.

Üstelik sadece bu adı geçen sur burçlarının tek değil, tümünün de şimdiden birilerine verildiği bile konuşuluyor.

Sur burçlarının kimi bölümlerine “güvenlik gerekçeli” perforje demir korkuluklar yapıldı yakın günlerde.

Sorular

İşin doğrusu ben buradan “Anıtlar ve Röleve Müdürlüğü” ile “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu”na seslenmek istiyorum. Malum ikisi de devletin resmî kurumları…

Tescilli bir yapının en küçük bir yerine vatandaşın, kurumdan onay izni almadan müdahalesine cezayı işlem yapan bu kurumlar, sahi bu sur yapılarına bu şekilde müdahalelere hangi gerekçelerle izin verecekler merak ediyorum. Ya da göz mü yumuyorlar / yumacaklar…

Sormak, vatandaş olarak hakkımız. Çünkü örnekleri var. Tescilli yapılar olan müze evlere kafe, tarihi hamamlara restoran ve ıslak zemin izinleri verildiği ayniyle vaki de ondan.

Ayrıca kentin sivil toplum kurumları ve sivil toplum kurumu statüsünde sayılan seçilmiş belediye yöneticileri acaba bunlardan haberdar mı?

Ha bir de “Tarihi Kentler Birliği” vardı değil mi? Kalıcı ve geçici miras listesine dahil ettiği yerleri zaman zaman denetleyip rapor eden “UNESCO Daimi Temsilciliği” de vardı ya!

Sahiden merak ediyorum…

Sorum orta yeredir…

Bianet

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar