yazarlar makaleler
Mümtaz’er Türköne: Han-ı Yağma ve Görgüsüzlük
4/23/2024

“Aşırı idealize edilmiş tarihi bir kenara bırakıp bugünü anlamak adına kendimize ayna tutalım. Biz yağmacı bir toplumuz. Devlet dediğimiz varlık, aslî olarak yağma işinin kurumlaşması ve bir kaideye bağlanmasıyla hayat buluyor.”

Bu çok önemli Oğuz töresi daha ziyade Tevfik Fikret’in “Han-ı Yağma” şiiriyle hafızalarda yer etmiştir: “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin/Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” Tarihin derinlerinden günümüze uzanan bu deyiş, son zamanlarda istakozlarla, markalı çantalarla, Rolex saatlerle, padişahın saraydaki taht odası ayarındaki belediye başkanı makamlarıyla nazara verilen görgüsüzlük furyasının arkasındaki derin dünyayı anlamak için elverişli bir anahtar. Belirtmeden geçmeyelim: Nihat Zeybekçi’nin son derece dürüst ve samimi itirafı da aynı dünyanın çeperleri içinde yer alıyor. Başkalarının kırk takla atarak saklamaya çalıştığı bir izansızlık ve görgüsüzlük var orada. Öyle ya, altıya bir oranında kârlı bir ticaret dururken bizim vicdanlarımıza ne oluyor?

Han-ı yağma bir Oğuz töresi, diğer Türk topluluklarında bu adet yok. Selçuklu ve Osmanlı devlet geleneği bu adeti yaşatmış. Elan da yaşamaya devam ediyor.

Oğuzlarda senede iki kere Han, beylerine ve halkına toy (ziyafet) veriyor. Ziyafet bitince otağından eşini, kılıcını ve tahta kaşığını alıp çıkıyor ve otağı misafirleri tarafından yağmalanıyor. Bütün değerli eşyaları atlara, katırlara yüklenip götürülüyor. Bu yağmaya “potlaç” deniyor. O kadar önemli bir adet ki, Melikşah, Maveraünnehir seferlerinde fırsat bulamayıp toyu erteleyince Oğuz boyları ayaklanıyor. Osmanlı’da aynı adet “çanak yağması” adıyla, şehzadelerin sünnet düğünlerinde verilen ziyafetlerde devam ediyor.

Ganimet olmasaydı:

Aşırı idealize edilmiş tarihi bir kenara bırakıp bugünü anlamak adına kendimize ayna tutalım. Biz yağmacı bir toplumuz. Devlet dediğimiz varlık, aslî olarak yağma işinin kurumlaşması ve bir kaideye bağlanmasıyla hayat buluyor. Orta Asya’da kıtlık zamanlarında çoluğuzu-çocuğunuzu hayatta tutmak için başka halkların malını yağmalamaktan başka çareniz yok. Dünyanın her yerinde, tarım öncesi göçebe-avcı toplumlar yağmacı toplumlardır. Avrupa’nın önemli kısmının bütün tarihi Vikingler gibi yağmacı toplumların eseridir. Oğuzlar bu işi, hayatta kalmanın çok zor olduğu Asya bozkırlarında bir de töre haline getirmişler. Sonra bu töreyi sağlam bir kazığa bağlayacakları bir inançla karşılaşmışlar. İslâmiyet’in gaza kültürü, yağmayı en helalinden ganimet adıyla meşrû hale getirmiş. Bu elverişli aracı yakından tanımak için İslâmiyet’in bidayetinde ganimet üzerine ortaya çıkan tartışmaları, Peygamberin sünnetini, Ci‘râne hadisesini ve “müellefe-i kulûb” tabiriyle dine ısındırmak adına ganimetten daha fazla pay verilen kabileleri hatırlamak yeterli olur. Yağma, yani “ganimet”, “ila-yı kelimetullah”ın hemen yanı başında bir fütuhat dürtüsü olarak yer almasaydı, acaba İslâm tarihi nasıl olurdu? Fatih’in muasırı Aşıkpaşazade’nin tarihini bu gözle okumanızı öneririm.

Dünyanın geri kalanından farklı, bize özgü diyebileceğimiz bir gelenek: Zenginliğin, itibarın, saygınlığın, şöhretin ve gösterişin yolu özel sektörde müteşebbis olmaktan değil devlet iktidarından geçiyor. Topladığı vergilerle ve vergi muafiyetleriyle, verdiği lisanlar ve ruhsatlarla, imtiyazlarla, finans sektörü üzerindeki gölgesiyle, dağıttığı sosyal yardımlarla, belirlediği asgari ücret ve emekli maaşlarıyla devlet dev bir yağma merkezi mantığıyla iş görüyor. Siyaset bu yağmalama gücünü ele geçirmek veya elde tutmak için yapılıyor. Dede Korkut destanında sadece İç Oğuz’u toya davet eden Kazan Hana Dış Oğuz’un baş kaldırması anlatılır. İktidarı İç Oğuz, muhalefeti Dış Oğuz olarak tahayyül edin. Bekledikleri ilave maaş artışını alamayan emeklileri de Dış Oğuz’a dahil edin. Dış Oğuz, yani Muhalefet yağmanın dışında. 1989’da SHP, belediyeleri kazanınca İSKİ skandalında patlak verdiği şekilde bir yağma başlamıştı. Şu anda CHP’li belediyelerde başkanların yaşadığı sıkıntıyı, yakın çevrelerinden gelen baskıyı gözünüzde canlandırmayı deneyin.

Yağmanın sınırı yoktur:

Devlete, “han-ı yağma” geleneği eşliğinde yağmanın kurumlaşmış hali olarak bakınca, ayan-beyan şunlar görülüyor.

Görgüsüzlük ve dizginlenemez gösteriş merakı yağmacı geleneğin bir tezahürü. Emekle kazanılmış malın gösterişi olmaz. Siyasî magazin gündemi görgüsüzlük skandalları ile çalkalanmaya devam edecek.

Enflasyon (eski zamanlarda paranın tağşişi), kamuya ait kaynaklar ve rant dağıtma imkânları bitince doğrudan halkın parasının yağmalanmasıdır. Devlet elinizi cebinize atıyor ve enflasyon oranında paranıza el koyuyor. Bu paralar nereye gidiyor?

Yağmanın sınırı yoktur, sakın “nasıl olsa şu kadarla doyarlar” diye düşünmeyin. Güç sahibi deveyi hamuduyla, yağmacı yağısını dibi delik fıçı gibi yutar.

İktidar denklemi değişiyor. Bu değişimi devletin yağma kapasitesindeki değişimle, daha doğrusu tıkanma ile açıklamayı deneyin. Rant bitti, hazine tamtakır. Hanın otağında yağma edecek nesne kalmadı. Borç veren Dünya bankası veya onu onaylayan IMF yağmaya izin vermiyor.

The Turkishe Post

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar