yazarlar makaleler
İktidar dedi ki: Ben yakanla beraberim, yananla değil!
15.09.2023

Ali Duran Topuz

Madımak davasında zamanaşımı kararı, Nemrut ateşini canlı tutan, “yerli ve milli kundakçılık” kararıdır. Mevzuatta görünmeyen ama içtihatta görünen kanun da budur: Ben yakanla beraberim, yananla değil!

Siz beni Sivaslı biliyorsunuz, kafa kağıdımda öyle yazıyor. Oysa Sivas’ı “kanlı” diye öğrenmiştim küçükken, “Sêvaz a xwînî”, kanlı Sivas. Kızılbaş hafızasının kurucu isimlerinden Pir Sultan Abdal’a yakılan bir ağıtta denildiği gibi: “Dedemi astılar kanlı Sivas’ta.”

Dedem, babam, babaannem, annem güzel söylerler bu ağıtı; tanımadığım bir dedemin, Pir Sultan Abdal’ın “yargılanıp asılması” üzerine yakılmıştı. Devlet için dava ölümle kapanmıştı ama Kızılbaşlar için değil: “Kalsın benim davam divana kalsın.” Madımak davası da kapanmayan bir dava olarak tescillendi “zamanaşımı” kararıyla; “Can için yalvarmam sana!” diyen İmam Hüseyin’in davası gibi.

KAPANMAYAN DAVALAR VE TOPLUMSAL FAY HATLARI

Kapanmayan davalar, ölmeyen ölüler yaratır, tutulamadığı için bitmeyen yaslar üretir, ağıtlar, öyküler, şarkılar, şiirlerle bir acıyı ve bir öfkeyi kuşaktan kuşağa yeniden üretir. Hz. İbrahim gibi, Hz. İsa gibi, Mansur, Nesimi, Pir Sultan gibi adaletsizliğin kristalleştiği sembol canlılar üretir, bu isimlerin etrafındaki anlam halesinde maruz kaldıkları ağır adaletsizliklerin tutanağı vardır. Adil olanı ve olmayanı, haklı olanı ve olmayanı tanımaya ve ayırmaya yönelik ortaklaşmış bilgi kayıtları olarak devletin resmi görüşü perçinleyen arşiv fetişizmine karşı toplumsal hafızayı oluşturur bu tutanaklar. Elbette ve ne yazık ki, bu hafıza tüm kıymetine rağmen sadece olumlu yanlar taşımaz, acıları, kaygıları, korkuları diri tutarak, yani yaraları açık tutarak, “barış içinde bir arada yaşama” fikrinin temellerini sürekli aşındırır durur, toplumsal fay hatları oluşmasına sebep olur.

Çünkü: “Yalnızca insanların değil, yerleşik iktidarların da bize üzüntü bulaştırdığı tatsız bir dünyada yaşamaktayız. Üzüntü, üzgün bulaşıcılıklar eylem gücümüzü en aza indirenlerdir. Yerleşik iktidarların bizi köleliğe indirgemek için bizim üzüntülerimize ihtiyaçları vardır.” (Gilles Deleuze-Claire Parnet, Diyaloglar, Bağlam Yayınları, Türkçesi: Ali Akay)

DEVLET DEDİ Kİ: BEN UNUTTUM, SEN DE UNUT

Madımak davasında “zamanaşımı” tartışması çok uzun süredir vardı, nihayet yargı kararına bağlandı, üstelik üç sanık hiç yargılanmamışken. Zamanaşımı demek, devletin artık bu kişileri yargılama yetkisinden vazgeçmesi demek. Yani devlet bize diyor ki: “Ben unuttum arkadaş, sen de unutacaksın.”

Zamanaşımı hukuku hukuk yapan kurumlar arasındadır elbette, işte malum: Kimse sonsuza kadar töhmet altında tutulamaz, yargılanamaz. Kin güder gibi sürekli yargı tehdidi canlı tutulmamalıdır filan. Bu nedenle her suç için bir zamanaşımı süresi belirlenir.

Fakat zamanaşımı mutlak kabul edince bir sorun çıkar: Şekli açıdan sona erse bile içerik açısından hiç kapanmayacak davalar sorunu. Modern hukukta, özellikle de Holokost’tan sonra toplum hafızasında kapanmayan davalar bakımından sadece edebi, tarihi ve mitolojik hafızanın yeterli olmadığı düşünüldü.

Çünkü Holokost kötülüğü, hukuk sisteminin bekası için çok gerekli görünen zamanaşımı fikrinin mutlaklaştırılması halinde, kapanmayan davaların toplumların yakasını bırakmayacağı kaygısını uyandırdı; sadece psikolojik bir sorun olarak değil, kötülüğün tekrar etme ihtimali açısından da etkiliydi bu kaygı. Böylece “insanlığa karşı suçlar” kategorisi ve bu kategoride zamanaşımının işlemeyeceği fikri gelişti. Çünkü insan ömrü kısaydı, oysa tek tek bireylere göre ömrü hayli uzun olan devlet ve devletsi yapıların elindeki suç işleme gücü ve suçu örtme gücü hukuken sınırlanmazsa, tekrarı işten bile değildi.

Devletlerin hangi hukuk normunu benimsemiş görünürse görünsün, gücün ve onun sonucu olan çıplak, hukuksuz şiddetten vaz geçmedikleri malumdur ama yine de “insanlığa karşı suç” fikrini kabul eden devletle etmeyen devlet arasında bir fark vardır. Kabul etmeyen devletler, toplumlarına karşı bir adım bile geri atmayı kabul etmeyen, çıplak şiddetin toplumsal (ve elbette siyasal) sorunlarda sönümlenmesi için çaba harcamayan devlettir; yani suça ortak devlet.

Türkiye kağıt üzerinde “insanlığa karşı suç” kategorisini kabul etmiş bir devlet ama pratikte daha bunun uygulamasını görmedik. Sözüm ona “darbecilerin” yargılandığı 12 Eylül davasında işletilmedi mesela bu hukuki imkân; böylece doğrudan ordu eliyle gerektiğinde yeniden (darbe, işkence vs) suç işleme imkanı pratikte korunmuş oldu.

İşte Sivas davasında da “millet adına” zamanaşımı kararı verilerek, “millet”in toplumun içindeki bir nüfus kesimine karşı Nemrut ateşi yakma yetkisi onaylanmış oldu. “Yerleşik iktidar” bizi üzüntümüze gömülerek köleleştirme girişimini tamamladı böylece.

BİLİNEN YASALAR-BİLİNMEYEN YASALAR

“Hukukun gerçek yaratıcısı içtihatlardır” der Gilles Deleuze ve ekler: “Yargıçlara emanet edilmemeleri gerekirdi.” (Gilles Deleuze, Müzakereler, Norgunk Yayıncılık, İstanbul 2006), çeviren: İnci Uysal.)

İçtihatlar, anayasada, yasada, tüzükte ne yazarsa yazsın, yürürlükteki hukukun ne olduğunu gösterir. Yasada görünmeyen ama içtihatta görünen şeyler varsa, gördüğümüz ve bildiğimiz yasalar dışında yürürlükte görmediğimiz ve bilmediğimiz davalar olduğunu anlarız. Kafka’nın aforizması bunun üstüne kuruludur: “Bilinmeyen yasalarla yönetilmek ne azaptır!”

Zamanaşımı kararı öncelikle, bu azabı bilen ve isteyen bir karardır. Madımak ateşinin sönmesini istemeyen bir karar. Karar ne olursa olsun giden gelmez, ama zamanaşımı kararı uyarınca o ateş yandıkça gidenin hayali bizi terk etmez, acı ve korku olarak içimizde yanar, içimizi yakar, her an. Acı, kaybın acısı, adaletsizce gidenin ve gelmeyen adaletin acısı. Korku, gidecek olanın korkusu. O ateş sönmedikçe, ona düşenler olacağından korku. O ateşi yakan eller kırılmadıkça yeniden yakılabileceği korkusu. İbrahim’in yanışı binlerce yıldır zihinlerdeyse ve bu acı ve bu korku yüzündendir.

Zamanaşımı kararı, Nemrut ateşini canlı tutan bir karar olarak, “yerli ve milli kundakçılık” kararıdır. Mevzuatta görünmeyen ama içtihatta görünen kanun da budur: Ben yakanla beraberim, yananla değil.

Artı Gerçek

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar