yazarlar makaleler
Aydın Selcen: “Hamas tüm Gazze halkı adına bir intihar saldırısı yapmış oldu
18.10.2023

“Hamas tüm Gazze halkı adına bir intihar saldırısı yapmış oldu, İsrail açısından ise intikam bir strateji değildir”

Gökçe Çiçek Kösedağı

7 Ekim’de başlayan İsrail-Hamas savaşının Gazze’ye taşınması ve bir şehir savaşına dönüşmesi an meselesi. İsrail ordusu kara harekâtı için hazırlıklarını sürdürüyor. Gazze’de yüz binlerce kişi evlerinden oldu, yer değiştirmek zorunda kaldı. Aydın Selcen olası operasyonun sonuçlarını, ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail ziyaretini ve Türkiye’nin rolünü Gökçe Çiçek Kösedağı’na değerlendirdi. Yayının deşifresini sizlerle paylaşıyoruz, iyi okumalar.

Şu anda başlamamış bir harekât için “Şu olacak olacak, bu olmayacak” gibi şeyler söyleme olanağımız yok ama öngörü olarak şunu ben kendi adıma söyleyebilirim, İsrail’i kimse durduramaz. İsrail’in şu anda durdurulmasına olanak yok. Diğer bir deyişle söylenirse İsrail kendi kendini durdurabilir. Şu anda 365 kilometre karelik, nüfusu da 2 buçuk milyona varan Gazze Şeridi’nin içinde 1 milyon kişi yerinden edilmiş oldu. Hamas’ın yaptığı, bin 400 kişinin ölümüne yol açan facianın üstüne buradaki facianın da boyutlarını söylemeye gerek yok. Eminim izleyicilerimiz bunların farkındadır. Şimdi harekât için İsrail 300 bin civarında yedek askeri tekrar silah altına aldı. Bunların eğitimleri devam ediyor, zırhlı birlikler de konuşlandı. O arada hava bombardımanı devam ediyor. Bazı -gir çık- istihbarat toplamaya yönelik nokta operasyonları yürütüldüğü de söyleniyor. Buna karşılık tekrar Gazze Şeridi’nden bazı girişimler de oldu. Bunların önlendiğini biliyoruz. Diplomatik anlamda da ABD’nin tam desteğini İsrail arkasına aldı.

ABD benim değişimle bir düdüklü tencerenin kapağını kapatır gibi, bu iş yalnızca Gazze’de Hamas ile İsrail arasında kalsın diye oraya iki uçak gemisi ve beraberlerinde görev gücünü sevk etti. Bunlardan biri oraya vardı. Diğeri de Batı Atlantik’ten oraya doğru seyir halinde. Bir haftayla 10 gün içinde ulaşması bekleniyor. Ayrıca üçüncü bir uçak gemisi de Hint Okyanusu’na doğru yöneldi. O da San Diego’dan ayrıldı. Dolayısıyla görülmemiş büyüklükte bir armada yahut donanma diyelim burada İran’a bu işe kesinlikle dahil olmaması için, bu işe girmemesi için bir uyarı mahiyetinde caydırıcı olarak yer aldı. Bugüne kadar Netanyahu’yu eski deyimiyle “istiskâl” eden ABD Başkanı Biden da hem üç kere telefonda konuştu. Blinken’ı oraya gönderdi. Blinken bölge turu attı. Geldi yeniden bir rapor, bir sentez yaptı. Temasların sentezini sundu, hem de savaş kabinesi toplantısına katıldığı da bildirildi. Bunun fotoğrafları da paylaşıldı. Şimdi Biden oraya gidiyor. Biden’ın oraya gitmesi gerçekten önemli bir gelişme. İsrail de bunu zaten tarihi görülmemiş bir destek olarak yorumluyor. Başta söylediğim “İsrail’i kendinden başka kimse durduramaz” cümlesinin altına bu not düşülebilir.

Biden biliyorsunuz 1972’de ABD Senatosu’na girmişti. Bu işleri iyi bilen bir başkan, tecrübeli dış ilişkiler konusunda. Bu pek alışılmış bir şey değil ABD başkanları arasında. Başkan yardımcılığı da zaten dış politika ile ilgiliydi Obama döneminde. Onun gelmesi buraya hem bir destek ama bir son an çaresi gibi de düşünülebilir. Ne demek istiyorum? Biden kendi bu güçlü desteğine karşılık, İsrail’den de bazı beklentilerinin karşılanmasını bekleyebilir. Harekâtın hiç yapılmaması, harekâtın kısıtlı tutulması, harekâtın belirli kurallara uyması gibi. Ama bu söylediğim belki de düşünceden ziyade, bir dilektir. Zaten yarın akşam oraya gidip ardından da Ürdün’de Mahmut Abbas ile görüşeceği söyleniyor. Ama Mahmut Abbas’ın da hiçbir şeyi temsil etmediği de biliniyor. Yalnızca bir unvanı var. Bu temastan sonra zannederim harekâtın olup olmayacağı, olursa nasıl cereyan edeceği konusu daha belirginleşecektir. Bir başka deyişle herhalde öyle gözüküyor ki Biden gelinceye kadar, ya da oradayken bu kara harekâtı başlamayacak demektir diye de düşünülebilir.

Şu ana kadar yaşananların bölgesel sonuçları oldu. Nitekim Hamas tüm Gazze halkı adına bir intihar saldırısı yapmış oldu. İntihar saldırısı bir anlamda bir umutsuzluk da içerir ama bir stratejiyi de güder intihar eden kişi. Ki burada tüm bir Gazze’nin intiharı anlamına geldi Hamas’ın saldırısı. Kendini yok eder ama bir amaca doğru bir adım atmış, bir deneme yapmış olur. Bunun karşısında İsrail açısından bakıldığında intikam bir strateji değildir. Üstelik bunu benim hariçten gazel de okur gibi söylememe gerek yok. Ehud Barak gibi eski komando biriminin komutanı, -çok renkli bir mesleki hayatı var, genelkurmay başkanı, ardından başbakanlığı var, savunma bakanlığı var- o dahi buradaki stratejinin pek akılcı olmadığını vurguluyor. Bölgesel etkilerini sordunuz. İlk bölgesel etki, Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki anlaşmanın askıya alınması, belki ilanihâye ertelenmesi demek oldu. Zaten İran’ın amacı buydu. Suudi Arabistan’ın bir nükleer güç olmasının yolunu açacak bu anlaşmanın ortadan kalkması İran açısından herhalde şu aşamada yeterli sonuçtur.

Şimdi diğer taraftan İsrail’in hasımları, düşmanları devletlerken epey bir süredir artık siyasi oluşumlar, bunların askeri kanatları ya da terör örgütleri. Kuzey sınırındaki Hizbullah da böyle, Lübnan zaten iflas etmiş, çökmüş bir devlet, Lübnan’ın güneyi tamamen Hizbullah kontrolünde, belki ülkenin tamamı aslında devletin tamamı Hizbullah denetiminde de denilebilir. Hizbullah İran’dan tam talimat almadan kuzey cephesinden İsrail’e müdahaleye girişmeyecektir.

Burada birkaç değişken gündeme alınabilir. Bir tanesi dediğim üzere İran’ın hem yeşil ışık yakması, yahut doğrudan bu işe girişin demesi, ikincisi kara harekâtının başlaması ve artık ortaya çıkan manzaranın dayanamayacak hâl alması. Hatta bu taktiksel olarak Hizbullah’ın beklediği bir şey de olabilir. Hazır orada İsrail meşgulken, ikinci bir cephe açmak. Şunu da söyleyelim, Hamas biliyorsunuz ilk günden 4 bin 500 civarında roket atmıştı. Bunlar Katyuşa’nın türevleri, ev yapımı versiyonları gibi füzeler yani güdümlü değil. Ellerinde 130 bin ila 150 bin füze olduğu ve bunlardan pek çoğunun güdümlü olduğu biliniyor. Ayrıca Hizbullah’ın silahlı kanadı da Suriye iç savaşında ciddi kayıplar da verdi ama ciddi bir deneyim de kazandı. Hizbullah’ın askeri yönden ağırlığının Hamas’la karşılaştırılamayacak derecede gelişkin olduğu söylenebilir. Ama Hizbullah’ın burada hesaba kattığı hem kendi siyasi itibarını, kazanımlarını hem Lübnan’ın altyapısını bu işe feda etmemek. Diğer taraftan bakarsanız İsrail de burada belki demokrasisini bu savaşa feda etmek üzere olabilir, edebilecek olabilir.

ABD açısından belki Trump döneminde İbrahim Anlaşmaları’yla başlayan Ortadoğu politikasını aslında burada masaya sürmüş, feda etmiş veya etmek üzere olabilir. Biden kadar deneyimli, yaşı da 80’i geçmiş bir lider buraya ilk görev süresinin sonunda değil de, ikinci görev döneminin sonunda, yani bir seçim iddiası olmadan geliyor olsaydı belki o zaman daha kol bükücü bir tavır içinde olabilirdi İsrail’e karşı. Ama bugün kendi sağ cenahını kollamak zorunda. Muhtemelen karşısında Trump olacak. Bu anlamda İsrail’e de çok ciddi destek verdiğini göstermek zorunda buluyor kendini. Nitekim bunu askeri anlamda zaten gördük.

Şimdi IŞİD ortaya çıktığında hatırlayacaksınız Belçika ve ardından Fransa’nın kendi içlerindeki Mağrip, Fas, Tunus, Cezayir kökenli yurttaşlarından kendi nüfuslarına oranla en yüksek katılımı sağlayan ülkelerdi. Tabii bu istekli bir katılım değil. Buradaki kişilerin çok kısa sürelerde haftalar içinde, öyle aylar, yıllar değil, birkaç hafta içinde internet üzerinden radikalize olup gidip savaşmalarıydı. Zaten ölenler öldü, kalanlar kaldı, geri gelmeleri istenmiyor. Bu saldırıdan hemen önce Fransa’da bir lise öğretmeni bıçaklanarak öldürüldü. Tam da bu Hz. Muhammed karikatürleri gerekçesiyle öldürülen bir tarih hocası Samuel Paty. Onun öldürülmesinden tam olarak 3 yıl sonra, onun yıldönümünde bu ikinci vaka. Paty’i öldüren Çeçen asıllı Rus vatandaşı yakalanmıştı. Fransız polisi onu yakaladı ve şu ana kadar susuyor. Bu örnekte ise yine IŞİD bağlantısı ortaya çıkıyor. Benim takip edebildiğim kadarıyla Fransızca medyayı bu kişinin özellikle İsveç-Belçika maçı dolayısıyla oraya gelmiş. İsveç taraftarlarını hedef almaya çalıştığı ve bunun kuvvetle muhtemelen de İsveç’teki Kur-an yakma vakalarıyla ilgili olduğu söyleniyor.

İngiltere’ye baktığımız zaman binlerce belki 10 binlerce kişinin Filistin lehinde gösteri yaptığını görüyoruz. BBC’nin büyük eleştiriler de alarak Hamas’a terörist dahi demekten kaçındığını görüyoruz. Buna karşılık bugün bir haber vardı, bizde de çok yaygın paylaşıldı. The Guardian’ın 42 yıldır çalışan başkarikatüristi işten çıkarıldı. Netanyahu karikatürü nedeniyle olduğu söylendi.

Almanya’da yine IŞİD döneminde olduğu gibi, Türkiye’den göç eden Türk-Kürt göçmen çok. Bunların nüfusu da belki 4 milyonu geçti. Almanya’da IŞİD döneminde de hatırlayacaksınız. IŞİD’i çok fazla katkı olmadığı gibi yine Fransa ve Belçika’daki gibi kitlesel terör eylemleri, hele hele orada yaşayan bizim çifte yurttaş kimisi… Onlar aracılığıyla yani bir böyle işlere kalkışılmadığı görülmüştü.

Fakat Fransa’yla Belçika, özellikle Fransa’da bunun ciddi bir sorun olduğu, bir nevi bir ulus kültürü, bir cumhuriyetin laik cumhuriyet sorunu olduğu anlaşılıyor. Eyfel Kulesi’nin renkleri İsrail bayrağı renklerine mavi-beyaza döndü. Geniş bir yürüyüş yapıldı. Derhal sinagoglar ve Yahudi okulları koruma altına alındı. Ve hemen ertesi gün Hamas yanlısı değil, Filistin yanlısı bütün gösterilerin süresiz yasaklandığı açıklandı. Hatta bununla ilgili yasal tartışma da yapıldı. Yasaların buna izin vermediği yorumları yapıldı. Nitekim hemen yasağın duyurulduğu gün Paris’in göbeğinde yine bir gösteride yapıldı.

Ülkelerin kendi durumlarına, iç yapılarına, toplumsal yapılarına, siyasal gelenek-göreneklerine, yasal hallerine göre, Avrupa Birliği’nin önde gelen ülkelerinin de bir zorluk içinde oldukları görülüyor. Doğrusu neler olur kestirmek güç. Ama ben kendimce böyle bir şehamet tellallığı da yapmak istemem. Burada cephe demek de belki yanlış ama en zorlu ülkelerin başta Fransa ardından Belçika olacağı yönünde bir hissiyatım var. Özellikle oralardaki Mağrip kökenli Müslümanlar aracılığıyla diye düşünüyorum. Bunun karşılığında da tabii daha biraz orta uzun vadede -şimdi konumuz o değil bir konuyu dağıtmak istemem ama- aşırı sağında zaten sığınmacılık karşıtlığıyla güçlenen, Avrupa Birliği genelinde sanki daha güçleneceği varsayılabilir. Tabii hemen diyebilirsiniz ki bak Polonya’da, sağ daha merkez sağı mağlup etti. Bu söylediklerini yalanlamıyor mu? Ama Polonya’nın toplumsal durumu herhalde saydığım ülkelerle pek karşılaştırılabilir gibi değil diye düşünürüm.

Sosyal medya üzerinden bu sabah birkaç paylaşımda da bulundum okuduğumda. Bu garantörlük konusunun hiç üzerinde düşünülmüş bir öneri olduğunu sanmıyorum. Açıkçası hiç aklıma yatmıyor. Çok baştan savma, afaki bir öneri olduğunu sanıyorum. Türkiye biliyorsunuz, 1948’de İsrail kurulduğunda onu ilk tanıyan ülkelerden biridir. Dış politikası da 1967 sınırları üzerinde 242 sayılı BMGK kararına göre, iki devlet kurulması, Filistin’in başkentinin de Doğu Kudüs olması. Şimdi egemen bir devlet olan İsrail’in neden bir garantöre ihtiyacı olsun? Bunu anlamak güç. Filistin açısından Filistin tarihini şimdi özetleyecek değiliz ama FKÖ’nün kuruluşu 70’lerdeki terör dalgası, arada 67-73 yılları… 70’lerdeki Filistinlilerin “Kara Eylül” dedikleri Ürdün’de bir nevi darbeye, Ürdün’ü devralmaya kalkışıp oradan kovulmaları. Hemen peşine aradan beş sene sonra Lübnan’da iç savaşın bir tarafı olmaları. Şöyle düşünün o zaman Filistinli sayısı yaklaşık yarım milyon. Lübnan’da, Filistin’de bugün 20 bin civarında var. Bunların da yarıdan fazlası kampların dışında yerleşik vaziyette. Bir anlamda artık Lübnan nüfusuna bunlar hem erimişi kalanlarda entegre olmuş durumda.

Aralardaki Camp David antlaşması, Oslo antlaşması bugünlere kadar geldik. Şu söylenebilir: İsrail bunların hiçbirine uymadı. Bir anlamda geriye kalan Batı Şeria’yı da sömürgeleştirmeye, orada yerleşimler kurarak devam etti. Bunların hiçbiri garantörlük fikrini bana geçerli kılmıyor. Ayrıca bence Türkiye açısından ulusal dış politika açısından sakıncalı. Burada bizim Kıbrıs’taki garantörlüğümüzün de bir anlamda aşındırılması sonucu doğurabilecek diye kaygı duyarım. Filistin kendine müttefikler aradı. Çoğu zaman yanlış atlara oynadı, Saddam Hüseyin gibi. Yahut misafir olduğu yerde Ürdün’de darbe yapmaya kalkışmak gibi şeyler oldu. 1982’de Sabra ve Şatilla katliamının hemen ilerisinde oradan çıkmak zorunda kaldı.

Bu bakımdan bana göre Filistin meselesinin çözümü eğer iş barışa doğru giderse -alıntıladığınız son cümlesi oydu Hakan Fidan’ın- bir düşünceden ziyade dilek gibi, eğer bu iş bittiğinde haftalar aylar içinde veya hiç kara harekâtı yapılmaz, başka şeyler olursa rehineler teslim edilirse vs… Bu işin sorumluluğu Netanyahu’nun masasına gelecek. Netanyahu’nun başbakanlıktan ayrılmak zorunda bırakılacağını tahmin ediyorum. Tıpkı 1973’te Golda Meir’in olduğu gibi yahut, 1982’den sonra o dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron olduğu gibi. O zaman eğer biraz daha siyasal çözüme yatkın içinde Benny Gantz’ın, Yair Lapid’in olduğu bir hükümet kurulur. Bu şekilde İsrail kendi içinden bir seçenek ortaya çıkartırsa, ayrıca karşı tarafta da 2006’dan bu yana seçim yapmayan Filistin tarafı bir seçim yapar veya seçim yapmadan da şu hiçbir şeyi temsil etmeyen El Fetih’in içinden bir seçenek çıkartırsa, bazı alternatif liderler çıkar da bu işin artık kan banyosunun ardından bu şekilde ileri gitmeyeceği anlaşılır belki o zaman daha geniş Madrid’deki gibi başka ülkelerin de katılımıyla bir masa kurulur.

Belki bir çözüme doğru ilerlenebilir veya ulaşılabilir. Ama buradan bir garantörlük rolü hiç kimseye, ne Türkiye’ye ne komşu Arap ülkelerine çıkmaz. Hele hele Türkiye’nin de kendi tarihinde Osmanlı’nın devamı olduğu ve daha bu konularda hiçbir şey bilmeyenin bile bildiği Mustafa Kemal’in o dönem kurmaylığında Filistin cephesinden nasıl şimdiki sınıra dek çekildiğini anımsarlarsa herhalde bu işlerde bir garantörlük rolünün karşı taraftan da Türkiye’yi davet ederek verilmeyeceğini düşünürler diye sanıyorum.

Medyascope


İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar