yazarlar makaleler
Kerkük'ten Deyrezor'a: Kürtlüğe dönüş!
11.09.2023
Adel Bakawan

Eylül ayının başından bu yana, beş ana konu Ortadoğu'daki Kürt meselesinin farklı düzeylerde ve bir kez daha uluslararası sahneye taşınmasına, nispeten bazı önemli mecralarda konuşulmasına ve uluslararası medyanın da bir kez daha günün olayı olarak ele almasına vesile oldu.

Söz konusu konular ise şöyle: Bağdat ile Kürdistan Bölgesi arasında bütçe ve maaşlar konusunda yaşanan çekişmeler, Deyrezor'da Kürtler ve Sünniler arasındaki savaş, Kerkük'teki patlama (Kerkük’teki olaylar), Rojhılatlı Kürtlerin silasızlandırılmaması durumunda İran’ın Kürdistan Bölgesi'ne saldırı tehdidi, diğer yandan Amerika ve Avrupa’nın tutumu. Bu yazıda kısaca bu beş konu üzerinde ayrı ayrı duracağım.

Kürdistan Bölgesi ile Irak arasındaki çekişmeler

22 Mart 1919'da Kürt Ulusal Hareketi, resmen Kürt devletini ilan ederek Süleymaniye'yi başkent olarak belirledi. Yani, 23 Ağustos 1921'de Irak devletinin kurulmasından iki yıl önce kuruldu. Kürt milliyetçiliği, çok hassas bir uluslararası süreçte güçlü bir inançla, büyük hikâyesiyle tarihin kapısını çalmaya çalışmıştı.

İngilizlerin bu devleti tanımayarak ordularıyla devirdiği doğrudur ancak şu da bir gerçektir ki o andan itibaren özellikle Irak'ta Kürt meselesi artık uluslararası arenada bir boyut kazanmış, dönemin Milletler Cemiyeti’nin de (Birleşmiş Milletler) Kürdistan’ın bağımsızlığı ya da Irak’a bağlanması konusunda yargıç olmasına vesile olmuştu. Aralık 1925'te Milletler Cemiyeti, Bağdat'ın Kürt halkının tüm haklarını güvence altına alması koşuluyla, Güney Kürdistan'ın bulunduğu Musul vilayetinin Irak'a devredilmesini resmen talep etti.

Burada iki önemli husus önemli: Birincisi, Güney Kürdistan'ın Irak'a verilmesi uluslararası bir karardı ve bu uluslararası kararın boyutunun unutulmaması gerekiyor! İkincisi, Güney Kürdistan'ın Irak'a verilmesi bir takım şartlara bağlandı, yani söz konusu şartlar yerine getirilmediği takdirde uluslararası meşrutiyetini kaybeder.

Trajik olan şu ki, bir asır sonra Bağdat, Kürt milliyetçiliğinin Irak'la toprak, ulus, devlet ve bağımsızlık konusunda stratejik ve sistematik bir mücadele yerine artık Erbil'le olan tüm mücadelesini maaş meselesine indirgemiş durumda.

Kürtlerin de bu trajik durumun yaratılmasında ciddi bir katkısı olduğunu söyleyebilirim. Memur maaşlarının gönderilmesini bir minnet, hayır işi ve Kürtleri bir dilenci gibi göstermek yerine hala Irak’ın yeniden bu hikayeye ve Kürtlere yüzünü dönmesine mecbur bırakılabilir ve “bir devlet (Bağdat ve Erbil) iki hükümet” anlayışıyla bir arada yaşamanın yeni bir formülü düşünmeye zorlanabilir.

Elbette böyle bir stratejinin oluşturulması Bağdat ile ilişkiler sisteminden köklü bir ayrılığa gidilmesinin yanı sıra aktörlerin söylemlerinin ve kişiliklerinin kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmesi gerekiyor. Eğer bu yapılmazsa, her geçen gün Bağdat, Kürdistan Bölgesi'ni giderek daha fazla izole etmeye, ötekileştirmeye ve küçük hikayelerle meşgul etmeye çalışacaktır.

Kerkük trajedisi

Geçtiğimiz hafta Kerkük'te yaşanan trajik olaylar da bu bağlamla doğrudan bağlantılıdır. Kürt milliyetçilerinin Bağdat ile yüz yıllık mücadelesinin ardından 2005'te Irak yönetimi, Kerkük ve diğer pek çok bölgenin ne Irak ne de Kürt olduğunu söz konusu tartışmanın da anayasanın 140. maddesi uyarınca çözülmesi gerektiğini kabul etmek zorunda kaldı. Geçtiğimiz 20 yılda Irak, Kürtleri çeşitli ehemmiyetsiz meselelerle meşgul etmeyi, 140’ıncı Madde'nin uygulanmasını unutturmayı ve çekişmelerin seviyesini Irak'taki partilerin en basit hakkı olan karargâh açma veya kapatma meselesine kadar indirgemeyi başardı.

Federal Mahkeme'nin Irak'ta en yüksek otorite olduğunu biliyoruz, ancak bu kurum şu anda Kürt savaşıyla meşgul. Ancak Kürtlerin Irak anayasasını Federal Mahkeme'den daha güçlü bir silah olarak gördükleri ve onu gerektiği gibi kullanmadıkları da doğrudur.

140’ıncı Madde gibi bir maddeye sahipsen neden taleplerin seviyesini en alt hak olan karargâh açma konusuna indiriyorsunuz? Neden art arda gelen Irak hükümetlerini mahkemeye vermiyorsunuz? Neden uluslararası toplumu bu konuda konuşması için konuya dahil etmiyorsunuz? Neden Birleşmiş Milletleri örgütlemiyorsunuz? Neden Bağdat'ı anayasanın katili ilan etmek için elinizden geleni yapmıyorsunuz? Neden Irak'ın meşruiyetini dünya karşısında ve kendi çıkarlarınız için kullanmıyorsunuz? Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri, Adalet ve Refah Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve Meclis Başkan Yardımcılığı görevleri ne işinize yarıyor? Eğer bu dinamikler içinde değilse ve Kürt halkının en yüksek çıkarlarına hizmet etmiyorsa? Güneydeki Kürt milliyetçilerinin yeni cevaplar, yeni stratejiler ve yeni mücadele mekanizmaları bulması için kendisine bu soruları sorması gerekiyor.

Deyrezor

Sınırın diğer tarafında Kürdistan’ın Rojava’sında Kürtlerle Sünni Araplar arasındaki çatışmalar bu haftanın en önemli olaylardan biriydi. Kerkük'teki olaylar ile Deyrezor’daki olaylar arasında mekanik bir bağlantı kuran pek çok tez var. Ancak gerçek şu ki her şeyden önce bu savaşın kökleri yereldir ve Kürtlerin demokratik Suriye hareket yapısı ve sistemi içindeki hegemonyasını görebilirsiniz.

Sünni Araplarla radikal Kürt solunu bir araya getiren tek faktör, Sünnilerin kafir olarak gördüğü; radikal Kürt solunun da sömürgeci olarak adlandırdığı ABD'nin askeri ve ekonomik baskısıdır.

Aksi takdirde Kürt radikal solunun Paris komün modeli ile Deyrezor'daki Sünni Arap aşiret yapısını hiçbir şey bir araya getiremez. (PKK için Fransızcada Commune de Paris olarak adlandırılan Paris Komünü, toplumun yeniden inşa edilmesi gerektiğini savunan bir modeldir).

Her düzeyde bu iki model çelişkili ve birbirini olabildiğince çürütüyor, sonuç itibariyle Amerikan baskısıyla dahi bunları bir araya getirmek zor. Temel olarak, birbiriyle kesişen bu iki toplumsal gücün bir örgüt içindeki birleşimi, ABD'nin Suriye'deki varlığının kırılganlığının ve çelişkilerinin kanıtıdır. Washington, PKK'yi "terör örgütü" olarak tanımlıyor ancak Suriye'deki tek müttefiki de yine PKK'dir. Washington, PKK'nin İran İslam Cumhuriyeti’yle de önemli bir stratejik anlaşması olduğunun farkında, ancak eş zamanlı olarak Tahran ve Washington ile çıkarlarını yönetiyorlar.

Rojhılat Kürtleri

Tüm bu olan bitenler İran İslam Cumhuriyeti'nin Kürdistan Bölgesi topraklarındaki Rojhılatlı Kürt örgütleri 19 Eylül’den öncesine kadar silahsızlandırıp kovması için Irak ve Kürdistan Bölgesi’nin boğazına kılıcı dayayarak baskılarını arttırdığı bir sürece denk geliyor. Talepleri yerine getirilmediği takdirde de Irak ve Kürdistan Bölgesi’ne doğabilecek olaylardan kendilerinin sorumlu olmayacağını, askeri saldırılar da dahil bütün seçeneklerin devrede olabileceğini açık bir dille ifade ediyor.

Bizler 19 Eylül'e yaklaştıkça gözler Tahran, Erbil ve Bağdat’a çevriliyor ve akıllarda acaba İran, Kürdistan Bölgesi’ne saldıracağına dair verdiği sözünü tutar mı sorusunu getiriyor? Avrupa'da bir diplomat, şirket, araştırma merkezi veya gazetecilerle görüştüğümde nadiren bu soru sormayanlar oluyor.

Her ne kadar İran'ın Kürdistan Bölgesi'ne geniş çaplı bir kara saldırısı düzenleyeceği ihtimali çok düşük olsa da söz konusu bu tehdit ve tarihi Kürdistan’ın Güney ve Rojava’sında olduğu gibi Rojhılat’ın da dünyadaki karar alma merkezinin sahnesine çıkmasına vesile olacaktır. Bu süreçte de medya kuruluşları bütün dünyada kapsamlı bir çalışma yürüterek Kürtlerin Ortadoğu'da varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğunu Avrupalı toplumlara lanse etmeye başlamalıdır.

Amerika ve Avrupa

Buradan Avrupa Birliği ve ABD'nin tutumlarının gözlemlenmesi özellikle önem taşıyor. Kürtler, ABD'ye karşı çok fazla eleştiriye sahip olabilir ve Washington'dan çok fazla beklentiye sahip olabilir, ancak subjektif düzeyde, hem güneyde hem de Rojava’da ABD, Kürtleri destekliyor. Bu destek göreceli olsa da Kürt rakiplerinin bunu ciddiye alması ve ileri gitmemelerine izin vermemesi için yeterli.

Avrupa'da Ortadoğu'daki Kürt meselesi konusunda aynı tutumu görmek mümkün. Kürdistan Bölgesi'ndeki yerel duruma karşı Avrupalıların öfkeli olduğu Rojava’daki Kürtlere karşı da sert eleştirileri olduğu da doğrudur ancak Kürdistan Bölgesi'ne karşı bu öfke ve Rojava’ya yönelik sert eleştirileri onların (Avrupa ülkelerinin) politikasını değiştirmeye Kürdistan’a sırtlarını dönmesine neden olmamıştır. Tam tersine Kürdistan Bölgesi'nin içinde bulunduğu durumu aşması için perde arkasında doğrudan ve dolaylı olarak mümkün olduğunca yardım etmeye çalışıyorlar.

Tüm bu bilgiler perdenin bu tarafına lanse edilmeyebilir. Ancak perdenin diğer tarafında uluslararası toplumun Bağdat'a Kürdistan Bölgesi için daha fazla sorun yaratmaması, tam tersine sorunun çözümüne yardımcı olması için yoğun bir baskısını görebiliriz.

Rudaw

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar